16 Ağustos 2010 Pazartesi

Kimdir İsmet?

Madem ki bir blog oluşturdum ve beni kovalamaya değer bulan aziz ve muhterem okuyucularımla (bir gün benim blogumu da takip eden olacak mı gerçekten merak ediyorum) başımdan, aklımdan, önümden, arkamdan geçenleri paylaşıyor olacağım, o zaman sizlere biraz kendimi tanıtmakta fayda var diye düşünüyorum.

Her şeyden önce huzurlu ve kendiyle barışık olmaya çalışan bir hatun olduğumu söyleyebilirim. Kendimle barışık olmaya çalışırken çok çabaladığımın altını çizmem gerekir. Zira benim bile kendimle barışık kalabilmem zor oluyor bazen. Evde kalmış, ayakları üzerinde durmaya çalışan, belirli bir yaşa (32!) gelmiş her hatunun yaşadığı sıradan manyaklıklar benimkiler de ama, ben en azından bunların manyaklık olduğunun farkındayım. Eh, bu da bir adımdır. Çalışıyor olduğum için mi evde kaldım, yoksa evde kaldığım için mi kıçımı yırtarcasına çalışıyorum bilemiyorum doğrusu. Çünkü yeni yeni farkediyorum ki bu olay, yani kendini işe adamışlıktan dolayı sosyal hayatı sıfırlama, ya da sosyal hayatı sıfırlanmış bir insan olmaktan dolayı eşekler gibi çalışma, belirli bir süre sonra bir kısır döngü haline geliyor. Hayır, getirileri olsa gerçekten hiçbir problemim olmaz ama, ilk fırsatta ağzınıza etmek için her türlü fırsatı kollayan bir insan sürüsü ile tüm gün ofiste zaman geçirmek hiç kolay değil. Bunu hepiniz en az benim kadar biliyorsunuzdur. Ama tabii bunu yapmak için fırsat kollayn kişi, 7/24 tepenizdeki patronunuzsa, işiniz çok daha zordur.

Benim olayım asistanlık: Üst Düzey Yönetici Asistanlığı. Ama hani öööle sekreterlikten terfi etmeye çalışmak değil benimkisi. Düpedüz bir CEO'nun sağ kolu olmaktan bahsediyorum burada. Bilmeyenler için -ki bunu ayırdedebilen çok zor- biraz daha açıklamam gerekirse, ben şirkette sadece telefonlara bakan, olup bitenlerden bihaber, tek bildiği makyaj yapıp süslenmek, her fırsatta dedikodu yapmak olan ve günü, internette sörf yaparak bitiren "sekreter"lerden değilim. Lütfen bu yazdığımı okuduğunda bozulan, alınan olmasın. Herkesin bildiği üzere her işi hakkını vererek yapan da var, vermeden yapan da. Bugün aldığım bir tişörtün üstünde yazdığı gibi "Don't Work, Make Noise" sözünü benimseyerek çalışanlar da azımsanmayacak derecede çok bu ülkede bence.

Üst Düzey Yönetici Asistanlığı, eğer patronunuz sizi yeteri kadar doğru ve etkin kullanabilmeye çalışıyormuş gibi yapıp her şeyi size yaptırmaya başladığında, büyük bir mesele halini alabiliyor sizin için. Zira, kafanızı kaşıyacak zamanınız olmuyor. Öyle ki, başkasının işlerine öncelik verip, onun yapacaklarını aklınızda tutmaya çalışmaktan, kendi yapmanız gerekenleri ve aslında sizin için önem arzeden şeyleri unutur oluyorsunuz. Mesela: Geçen sene ablam beni arayıp "Bugün annemin doğumgünü" diye hatırlatma yaptığı halde (ki normalde bu hatırlatılması gereken bir şey bile olmamalı bence), benim annemi iki gün sonra aramama buna örnek olarak gösterilebilir sanırım. Asistanlık tam bir kölelik çünkü. Hiç kaçarınız yok. Bir kere, bundan onlarca yıl önce şirketin size sağladığı bir imkan olarak görüp çok seviniyorken, şimdilerde aslında köleleşmenizin oluşmasına katkıda bullunduğunu görebildiğimiz, faturalarını şirketimizin ödediği cep telefonlarımız var elimizde. Hatta daha da güzeli, son zamanların favorisi, köleleşmemizin olmazsa olmazlarından blekbörilerimiz. Onlar sayesinde artık sadece aramalara değil, mail kutumuza da günün 24 saati ulaşabilir durumdayız. Daha doğrusu bizler ulaşılabilir durumdayız. Mesela ben, blekbörimin kırmızı ışığının yanmadığı birkaç dakika için neler vermezdim !

Neyse, bu yaızyı sizlerle paylaşmamın sebebi "bir dokun bin ah işit" durumuna sokmak değil sizleri... Sanırım asıl amacım derdimi biraz olsun anlamk isteyebilecek kişilere azıcık olsa da yakınmak, ağlamak ve bu şekilde benimle aynı dertten muzdarip hatun kişilere (sarılmadan da olsa) içimi dökmek.

Benim menopoz patronuma gelince. Kendisi bir medya şirketinin, erkek arkadaşından yeni ayrılmış, dolayısıyla her zamankinden daha agresif, nereye saldıracağını bilemeyen, evde kalmış CEOsu. Her ne kadar kadın-erkek eşitliğinden bahsediliyor olsa da, erkek egemen bir iş hayatında eli maşalı bir hatun olmazsanız zaten bazı yerlere gelemezsiniz hepimizin bildiği gibi. O yüzden bazen zalim bile olabiliyor ne yalan sööliim. Hayatı işi, işi hayatı olan hatunlar kulübünden o da. Dolayısıyla benim de öyle olmamı bekliyor. Sanırım ben de, bunu itiraf etmek istemiyor olsam da öyleyim.

32 yaşındayım. 1.68 boyunda, 52 kilo, kumral, uzun dalgalı saçlı, aslında pek havalı olmayan ama olabilmek için kıyafet denilen kumaş parçalarına servet harcayabilen, sabah işe giderken Starbucks'dan kapuçino almayı, akşam Domino's'tan pizza sipariş etmeyi ihmal etmeyen, kitap okumayı ve film izlemeyi seven, bir gün Engin Altan Düzyatanla evlenmeyi düşleyen, ama gerçekte evde kalmış, turşusu kurulası, erkek ismi taşıyan, deyim yerindeyse erkek gibi de bir hatunum. Çok sevdiğim evkadını bir ablam, ondan da çok sevdiğim biri erkek biri kız dünyalar tatlısı iki yeğenim, annişim ve babişim var Allah uzun ömürler versin. Bir arabam var ismi Feriştah ! Arım balım babacım almıştı onu da zaten. Yoksa nerde bende araba alacak para ay sonunu zor getiren bir hatun olarak. Allah onu başımızdan eksik etmesin. Gölgesi yeter.

Ohooo, saat kaç olmuş yaa ! Bir de çok konuşan bir hatunum altını çizmem gerekirse. Zaten ne kalabalık ağızlı biri olduğum belli değil mi?

Hadi ben kucağımdaki laptopımı yatağın öbür tarafına koyup biraz gözlerimi kapatıcam. Zaten bir yarım saat sonra kalk borum ötücek. Daha çook işim var. Kalk, duş al, saçını başını yap, prezentabl görünecek bir kıyafet seç, vb. vb. vb. ...

İyi sabahlar !

12 Ağustos 2010 Perşembe

"Umutsuz İş Kadını, Regl Asistan İsmet"in Bir Günü (Giriş Bölümü: Uyanma ve İşe Varış)

Bugün tek kelimeyle feci bir gün geçirdim. Ciddi feci bir gün. İşte o günün sabahı :

Her şeyden önce berbat bir karın ağrısıyla uyandığımı söylemeliyim. Tataaaamm ! "Yeni regl, yeni regl, yeni regl, yeni regl... Biiizlere kutlu olsun !" şarkısı eşliğinde yataktan doğrulup hazırlanmaya başladım.

Tam da koşuşturmanın son sürat olacağı bir güne denk gelen bu yeni regl, her zaman en olmayacak günlere isabet etmeyi nasıl başarıyor anlayabilmiş değildim ama, yine de gereksiz kafa yormalardan uzak tutmaya çalıştım kendimi. Ama bir yandan da onun marifetinin yarısı bende olsa herhalde doğru yerde, doğru zamanda, en doğru erkekle tanışmış ve çoktaaan bekarlar kervanına bay bay demiş olurdum diye düşünmeden de edemedim.

Hazırlanmaya başladım başlamasına ama, tabii işe gitmesi gereken ve sabah regl olmuş her hatunun bildiği üzere, sadece ılık banyo yetmedi beni kendime getirip birazcık olsun iyi hissetmemi sağlamaya. Zaten kibrit çaksan parlayıverecek bir fitil misali her an sinirlenmeye hazır olan ben, her şeyden önce aç karnına bir ağrı kesici içmek zorunda kaldım. Sonra, "İşe Gitmesi Gereken Henüz Regl Olmuş Hatunun El kitabı" adlı eserdeki ikinci evreye geçerek, su toplamış ve dolayısıyla beni en az iki kilo fazla gösteren göbeğimi hem kapatabilecek hem de bana kendimi iyi hissetirmeyi becerebilecek bir kıyafet aramaya giriştim, ki bu da normalden 15 dakika daha uzun sürdü. Modern dünyanın çalışan köle Isauralar'ı kervanına katılabilmeye hak kazanmam için ayrıca makyaj yapmam, uygun ayakkabıları ve onlarla uyumlu olacak çantamı bulmam, sonrasında da bir önceki gün kullandığım çantamdakileri, yeni seçtiğim çantama bocalamam gerekiyordu. Bu arada altı bezlenmiş bebekler gibi hissetmemi sağlayacak "kadın bağlarından" bir demet tıkıştırmayı da unutmadım tabii çantamın içine.

Neyse, evden zar zor da olsa çıkabilmeyi başarabilen ben, İstanbul'un o harika sabah trafiğinde, son derece centilmen, bir o kadar nazik, hayatında araba kullanmayı hiçbir zaman erkekliğini ispat etmek olarak görüp bunu hırs haline getirmemiş, bir bayan şoför gördüğünde her zaman kibar davranan HAYVAN beyefendilerden birkaçına el kol hareketi yapıp, kalan birkaçıyla da ağız dolusu KÜFÜRLEŞEREK, şirketin otoparkına tek parça halinde varabilmeyi başardım. Bu DİNGİN seyahat sırasında da "regl cinleri"nin yanına ayrıca eklenmiş olan, "insanı zıvanadan çıkarma" cinlerini başımdan savuşturmaya çalışarak ofise çıktım. Ama nerdeeee? Bana zaten rahat nefes almak bile haram ! Daha e-maillerimi yeni açmış, sabah kahvemi almak için aşağı bile inememiştim ki, benim menopoz patrondan bir çağrı geldi sabahın 8'e 5 kalasında ! "Günaydın efendim" diye açtığım telefonda lafı ağzıma tıkarak "İsmet". dedi. "Birazdan ofisteyim. Direktörlerimi ara ve hepsine onları 15 dak.sonra odamda beklediğimi söyle. Sen de not alacaksın toplantıda. Orada ol." Ve kapattı telefonu. Allah'ım ne bitmez çilem varmış. Kahvaltı etmekten de geçtim, sabah kahvemi bile içemeden, bana günaydın bile demeyen bir MANDAnın yanında çalışıyor ve regl olarak bir güne daha başlıyorum.

İşte sevgili hatunlar... Bu benim : İsmet.
32 yaşında, bekar, menopoz bir CEO'nun asistanlığını yapan, erkek ismi taşıyan bir hatun...

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Şeker Kız Candy Anthony'yle Evlendi !

Hatunlar selam hepinize !

Valla ne yalan söyliim bugün yine canım çıktı işyerinde. Ve normal olarak da aklıma direkt "İyi mi yaptım acaba üniversiteyi bitirmekle? Daha doğrusu üniversiteye gitmekle?" diye de uzun uzun düşündüm... Neden mi? Nedeni çok basit değil mi? "Niçin didinip duruyorum ben bu işyerinde?" diye kendi kendinize sorduğunuz olmuyor mu hiç? "Neden ben de bazı hatunların yaptığı gibi en başından evlenmedim ki? Belki üniversite bile okumadan, belki de üniversitedeki sevgililerimden biriyle? Neden yapmadım da rahata ermedim ki? Ah salak kafam ah!!" diye geçmiyor mu içinizden mesela? Valla ben en basitinden şu anda bile "Bu koca kafamı nerelere vursam acaba?" diye geçiriyorum aklımdan? Ne vardı sanki illa okuyup iş güç sahibi olmakta? Pekala en temizinden ben de evlenip, çalışmama lüksüne sahip olabilirdim.


Hadi ben bekarım... Kesin bu satırları okuyanlarınız arasında evli, çoluk çocuk sahibi çalışanlar da vardır. Ya size ne demeli? Her şeyden önce bir "Helal olsun!"u hakediyorsunuz vesselam. Çünkü açıkça gerçekleri paylaşmak için buraya birkaç kelam döktürdüğüme göre dürüst olmam gerekiyorsa, sizin işiniz benden daha zor. Bir kere çalışan kadınlar, her ne kadar ev işlerine yardım eden kadınları, çocuklarının bakımı için yardımcı olan anneleri ya da para karşılığı tuttukları dadıları olsa da, yükleri benden daha ağır. Sabah işe git, işyerinde "Shera" olman beklensin. Akşam eve dön, aile fertleri senden "Polyanna" olmanı istesin. Kaynanan senden bir "Heidi" yaratmaya kalkışsın. Hepsi yetmiyormuş gibi bir de kocan, akşam yatakta "Cat Woman" olmanı beklesin! E bunca çizgi karakter arasında siz, kendinizi nereye bırakıyorsunuz gün içinde? Giydiğimiz o kadar çok kostüm, taktığımız o kadar maske var ki... İnsanın bazen hepsini birden bir kenara fırlatıp avazı çıktığı kadar bağırası ve ofisin kapısını vurup koşarak oradan uzaklaşası geliyor. Kendisini dışarıda bekliyor olduğunu umduğu babasının kollarına... Ne kadar kolaydı değil mi küçükken her şey? Tek problemimiz alamadığımız gofretler, bizi oyuna dahil etmeyen ablalarımız, düştüğümüzde parçaladığımız çorabımızı annemize nasıl göstereceğimiz gibi konulardı o zamanlar... İnsan sahip olduğu güzel günlerin kıymetini mi bilmiyor yoksa günler çabuk geçiyor da biz çabucak büyüdüğümüz halde gerçek hayatın, okuduğumuz masallardaki gibi olmadığını mı geç anlıyoruz? Nerede bizi uykumuzdan uyandıracak prensler mesela? Hani biz prensestik? Hepimiz bir gün mutlaka evlenecektik ve bizim masalımız da "Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine..." diye mutlu sonla bitecekti? Bitmeyecek miydi? Biz mi kendimizi kandırdık acaba? Kendi kendimize yetebilmeyi öğrenmeye çabalarken, bu kadar ayakları üstünde durabilmenin hepten yalnızlık getireceğini neden kimse öğretmedi peki bize? Hani yalnızlık sadece "Allah'a mahsustu?" Eee, ben Allah değilim... Öyleyse?

Keşke "Şeker Kız Candy" olmayı seçip Anthony ile evleniverseydik yahu !

Biri lütfen bana söyleyebilir mi? Ne zaman bitecek bu işyerinde karnımız, regl yüzünden deli gibi ağrıdığı halde, eve gidip ağrı kesici içerek alacağımız ılık bir duşun ardından güzelce uyumayı düşlediğimiz halde değil eve gidip duş almak, tuvalete kadar bile gidemeyip her an ayağımızı kaydırabilecek patronlara tüm gücümüzle sunum yapmalar? Ne zaman bitecek sabahın köründe kalkıp medeniyetin prezentabl kölesi olan diğer tüm hatunlar gibi, makyaj yapıp şıkıdım şıkıdım giyinmeler? Ne zaman bitecek bu işyerlerindeki ayak oyunları? Ne zaman bitecek bu "erkek gibi hatun" davranışları? Ne zaman bitecek bu İstanbul trafiğindeki magandaların hatunları sıkıştırmaları? Ne zaman bitecek yaa? Ne zaman? (Bu konu üzerine ayrı bir yazı yazayım bari, pek bi dertli gördüm kendimi.)

Keşke sadece akıllı geçinmek yerine medyada gezinen, şu suratları estetikten yamulmuş, eskinin Türkiye güzeli, yeni "ördek bakışlı" hatunlar kadar gerçekten akıllı olabilseydim de, sırtımı dayayabilecek iyi bir "kapı" bulsaydım vakt-i zamanında... Yani onların deyimiyle "çok sevilecek birer koca". (Başka bir deyişle "yağlı kapı"...) Bok vardı okuyup "adam olacak". Deyim bile "adam olmak" yahu. "Hatun olmak" diye bir şey bile yok ! Peh !

Ah Anthony, Ah ! Nerelerdesin? Kadın olma kartımı çekmek ve evlenip "Kocam İzin Vermiyor O Yüzden Çalışmıyorum" kartımı kullanmak istiyorum yahu ! Ya da telefon jokerimi kullanıp Anthony'yi aramak !

5 Ağustos 2010 Perşembe

Merhaba Hatunlar !

Bugün yayın (!) hayatıma başlıyor olmaktan dolayı oldukça mutlu ve de blog başlatmak çok zor bir şeymiş gibi, niyeyse bir o kadar da gururluyum.

Sizleri de (bunu en kısa sürede başarabilmeyi istesem de gerçekçi olmak gerekirse en iyi ihtimal aylar, daha muhtemel yıllar sonra) bu blogu kovalıyor olmaktan dolayı mutlu edebileceğimi umduğum günlere en kısa sürede ulaşacağıma can-ı gönülden inanıyor, "azimle şeeden betonu delermiş" lafından yola çıkarak kendimde yeterli azmi bulabilmeyi ümid ediyorum benim aziz ve muhterem kovalayıcılarım !

Şimdilik kalın saalıcakla !