11 Ekim 2010 Pazartesi

"Ev kadını Olmak Rahat” mı Dediniz? Almıyyım, Alanı da Tutmıyyım ;o)

Annem rahatsızlandığı için birkaç günlüğüne izin aldığımdan bahsetmiştim. Kendisi iki aydır ablamlarda kalıyordu. Durumunun pek de iyi olmadığını öğrenince ben de gidip gözlerimle görmek istemiştim. Birisiyle telefonda konuşmak, onunla yüzyüze görüşmek kadar içini rahatlatmıyor insanın. Neyse, şu anda daha iyi çok şükür ama benim esas anlatmak istediğim evli ve çocuklu bir evkadını (!) olmanın zorlukları... Özellikle benim gibi bekar iş kadınları bu yazıyı okuyunca yatıp kalkıp hallerine dua edeceklerdir. Şahsen ben ettim valla! Davulun sesi gerçekten sadece “uzaktan” hoş geliyormuş!

Ablam evli ve büyüğü 13 yaşında kız, küçüğü 7 yaşında erkek, iki çocuğu var. Eşinin konumu gereği bazı şehirlerarası toplantılara katılmak, bazılarına da evsahipliği yapmak zorunda olduğundan çocukları anneme emanet edip şehir dışına çıktığı da oluyordu. Ben oradayken de böyle bir etkinliğe katılması gerektiğinden, bıcırıkları annemle bana emanet ederek gitti. Bu da tabii çocuk yetiştirmek şöyle dursun, yemek yapmayı bile layıkıyla beceremeyen, en sevdiği yemek soğuk pizza olan bana, biraz ağır geldi. Bünyem kaldırmadı (!)desem valla yalan olmaz.

Ablamın şehirden ayrıldığı gecenin sabahı bizim ufaklık, ne yazık ki kargalar b*kunu yemeden, altıyı on geçe kalktı; tabii ardından da ben. Ablası saat yedide uyanacağından, ikisine de kahvaltı hazırlamam, ama en önce balkondaki çamaşırları toplamam gerekiyordu; zira çamaşırların arasında çocukların, kurumamış olmaları muhtemel okul tişörtleri vardı. Çamaşır toplama eyleminden sonra (hepsi kurumuştu Allah’tan) mutfağa yöneldim. Bulaşık makinasını boşaltıp kahvaltıyı hazırladım. Sonra, bıcırık çizgi film seyrederken onun yatağını topladım. Bu arada ben kahvaltıda içmesi için ablasına sevdiği yeşil çaydan yaparken, kızımız da uyandı. Bıcırık kahvaltı için sucuk istemişti, ona sucuk yaptım. Ama ne oldu dersiniz? Pişirdiğim sucuğu yemedi (!), zira marketten aldığım sucuk onun sevdiği marka değilmiş(!). Bir koşu bakkala inip sevdiği markadan aldım. Sucuktaki problem çözümlenmiş oldu ama, bu kez de kızarttığım ekmekleri beğenmemişti küçük bey. Neymiş, ekmekler kuru olmuşmuş (!).

Neyse, ablası kahvaltıda bize katıldı. Onun için de tost yapmıştım. Pek istekli gözükmese de yemeye çalışıyor gibiydi. Bir ara mutfaktan çıkıp geri geldiğimde tostun yarısını yenmiş bulunca hem şaşırdım hem de sevindim. Gerçi onun için hazırladığım yeşil çayı da eline alıp tadına bile bakmadan, daha koklar koklamaz, “Teyzeeee, bana kardeşimin yeşil çayından yapmışsın. Bu benim sevdiğim değil kiii!” diye bağrındı ama, hemen kendisinin sevdiği diğer marka yeşil çaydan hazırlayarak bu pürüzü de ortadan kaldırmayı başardım.

Onu okul servisine bindirip eve döndüğümde bıcırık televizyon başındaydı. Şeytan mı dürttü nedir, bir önceki gece hepsini yaptığını söylemiş olsa da, ödevlerini bitirip bitirmediğini teyit etmek istedim. Soğuk taşa yatmış, kalkmamak için inat ederken bir yandan da, “Bir tanecik ödevim kaldı aslında” demez mi??? Tabii ben beynimden vurulmuşa döndüm! Kendisini hemen yalvar yakar odasına sürükleyip defterini çıkarttırarak ödevine dair bilgi edinmeye çalıştım ama nafile. O bana, “öğretmen şöyle dedi, bunu istedi” diyordu ama, o kadar ‘çocuk dilinde’ anlatıyordu ki, bendeniz ödevinin ne olduğunu bile anlayamadım(!) Kendisinden bir güzel “Annem olsa anlardı” şeklinde tokat gibi bir laf bile işittim ama, sonuçta ne oldu dersiniz? Ödev yapılmadan kaldı tabii!

Onu odasında bırakıp bulaşıkları makineye dizmeye mutfağa gittim. Sonra eksiklerin listesini çıkarttım. Annem kalkınca onun kahvaltısını hazırlayıp ilaçlarına yardım ettim. Onun yatağını da toplayınca sabahki çamaşırların ütülerini yaptım. Bu arada ufaklığın okul vakti geldi. Onu giydirip çantasını hazırlamasına yardım ettim, beslenmesini hazırladım. Annesinden başka kimsenin kendisini okula bırakmasını asla istemediğinden ona eşlik ettiğim için benden nefret etse de, onu okuluna bırakıp oradan doooğru markete koşturdum. Eve dönünce hemen yemek olayına girişip önce o işi bitirdim. Sonra hemen annemin tahlil sonuçlarını almak üzere hastaneye koşturdum. Dönüşte kızımızın odasını toplarken çöp kutusunu boşalttım. Ve tatatataaaaammm ! Bir de ne göreyim! Sabah onun için pişirdiğim ve yediğini sandığım tostun yarısı çöpten çıkmasın mı??? Bu konuyu annesine söylemeye, kendisiyle tartışmamaya karar verdim.

Okuldan eve geldiğinde, ona yiyecek bir şeyler ayarladım. Bir saat kadar sonra gidip bıcırığı okuldan aldım ve ona yemek yedirme faslına geçtim. Ne yazık ki yemeklerde ‘kıyma’dan nefret ettiğini bilmediğimden, ağzına gelen kıymayı kusması dolayısıyla neye uğradığımı şaşırdım. Ama, bu acı tecrübeyle bunu da öğrenmiş oldum(!) Sonra onu banyoya sokup yıkamak zorunda kaldım. Bu banyo faslından sonra da anneme yemek yedirdiğimi ve yatma zamanları geldiğinde çocukları yatırdığımı hatırlıyorum. En son, oturduğum koltukta annemle birlikte televizyon seyrederken sızıp kalmışım. Yatağıma yatmam için annem uyandırdığında boynum çoktan tutulmuş, kaskatı olmuştu bile.

Valla yazması dahi yorucu bu bir günlük tecrübe bile bekar, soğuk pizza yiyen, kadın patronundan (nam-ı diğer Ulu Manitu'dan) nefret eden beni, hayatımın aslında ne kadar güzel olduğu hususunda ikna etmeye yetti. En kısa sürede çalışma hayatından yine nefret edeceğimi biliyorum ama, bu tecrübe beni bir hafta oyalar artık ;o)

Yaşasın bekarlık! Yaşasın iş kadınlığı! :o)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder