27 Eylül 2010 Pazartesi

Şimdi Uzaklardasın... Gönül Hicranla Doldu...

Kötü bir haber aldım bugün… Eskilere götürdü beni...

Biz 70 kuşağı hatunları olarak, genç kızlık dönemimizde şimdikiler gibi her yere gidemezdik.

Doğruyu söylemek gerekirse, izinsiz hiçbir yere gidemezdik! Özellikle bizim mahalledeki hatunların hemen hepsinin eğlence hayatı, “benim babam”dan koparılacak izne bağlıydı diyebilirim. Nasıl mı? Bu bahsettiğim kolejde okuduğum zamanlar... Oturduğumuz şehir küçük. Bugünkü gibi insanı yutan bir şehir değildi yaşadığımız. Hemen herkesin birbirini tanıdığı, ufak ve samimi yerlerden.

Büyük şehirli olanlarınız şaşırabilir bile ama, benim daha önce hiç tanışmadığım annemin bazı arkadaşları bile, (bir şekilde caddede denk geldiğimizde) bana, "Sen İnci'nin ufak kızı mısın?” diye sorardı... Şimdilerde oturduğum bir milyon metrekarelik sitede, karşı komşumu bile tanımadığım düşünülürse, epey farklı zamanlarmış...

O zaman dilimine ait sürüyle anım var benim. Beni ben yapan anılar...

Mesela bunların birinde saat sabahın ikisi... Belli ki o gece eğlenmeye gitmişiz ve babacım, yazlığın terasında ablamla benim eve dönüşümüzü bekliyor.. Biz daha kapıdan içeri girer girmez de: "Hoşgeldiniz," diyerek oturduğu koltuktan kalkıp bizleri alınlarımızdan öpüp kokluyor . Bir sonraki sözü ise “İyi geceler”. Hemen yatmaya gidiyor. Çünkü tek derdi eve sağsalim varmış olmamız...
Bir diğerinde kamptayız... Bütün gençler biraraya toplanmış. Herkes o gece gidilecek disko için anne veya babasından izin koparma peşinde. Biz de ablamla, babamın gözünün içine bakıyoruz tabii. Etraftaki bazı arkadaşlarımız ağlayarak oradan uzaklaşırken, babam bize izin veriyor. Ama bir şartı var: Meyve tabağındaki üzümleri bitirmemiz lazım :o) Babam şeker gibi bir adam...
O zamanlar küçük şehirlerde yaşayanlarınızın bildiği üzere, bir yere gitmek için izin istediğinizde babalarınızın soracağı ilk soru: "Başka kimler geliyor?" olurdu. Bu soruya verilecek en akıllı cevap ise, sizinle geleceklerin arasında babanızın tanıdığı, güvendiği bir kız arkadaşınızın ismini zikretmek olurdu. Zira bunu yapacak kadar akıllı olanlar, arkadaşlarıyla birlikte dışarıda eğlenmeye bir adım daha yaklaşırdı.

Biz mahallede işe, babamdan izin isteyerek başlardık. Çünkü babam “Peki” demişse zaten olay biterdi. Zira ablamla ben devreye girer, izin almakta zorlanan arkadaşlarımızın aileleriyle pazarlığa oturur, onlar adına da izin koparırdık. Bu konuda pek zorlandığımız söylenemezdi; tabii tek bir ev dışında. Pazarlıklardan en çetini, Şebnem'in babası ile olur, olay şöyle gerçekleşirdi:

Şebnem, babasından izin almanın uygun olduğu zamanı tespit edip ablam ve bana saat kaçta onlarda olmamız gerektiğini önceden haber verirdi. Tabii o zamanlar cep telefonu falan olmadığından, biz senaryonun oynanmaya uygun olduğunu düşündüğümüz zamanlarda (Şebnem'in annesi kızı için izin almak adına girişi yapıp, ortamı yumuşattıktan sonra) Şebnemler'in evine damlayıp başlardık Aziz Amca'ya izin için yalvarmaya... Yok işte Şebnem bizimle gelebilir miymiş de.. Şebnemsiz eğlence eksik kalırmış da... Bizim babamız izin vermiş, isterse babamızı arayabilirmiş de... Yemin billah gece 12'den önce evde olurmuşuz da... Gideceğimiz yer kötü bir yer olsa zaten bizim babamız da izin vermezmiş de... Falan da, filan da... Aziz Amca (Şebnem’in babası) bir yandan ufak ufak demlenip hafiften atıştırırken, bir yandan da bizi, başka kimlerin geleceği, bizimle gelecek arkadaşlarımızı veya babalarını kendisinin tanıyıp tanımadığı, arabayı kimin kullanacağı gibi konularda sorguya çekerdi. Bu arada da fonda, inceden başlamış olurdu her zamanki şarkısı: Şimdi uzaklardasın... Gönül hicranla doldu...
Ahiret sorularının yeterli olduğuna karar verip ikna olduğunda izin verdiğini belirten el işaretini yapar ve biz de çığlık çığlığa Aziz Amca'nın ellerine ve yanaklarına saldırır, onu tuttuğumuz öpücük yağmuruyla bir nevi teşekküre boğardık. O ise aslında belki de en başından vereceği izni bizi böyle uğraştırıp zorladıktan sonra onaylamanın keyfiyle bıyık altından güler, biz Şebnem'in odasında giyeceklerimizi yatak üstüne saçarken, odadan yükselen kahkahalarımızı dinlerdi. Bu arada bizleri uğurlarken saat 12'yi bir dakika bile geçirmememiz hususunda bize uyarıda bulunmayı ihmal etmediğini ayrıca söylememe gerek var mı bilmiyorum.

Tuhaf bir rastlantı sonucu radyo dinlerken Şebnem’den gelen telefon, Aziz Amca’mın artık aramızda olmadığı haberini fısıldadı kulağıma... Bense o sırada radyoda çalan şarkıyı farkedince gözlerimden akan yaşlara rağmen gülümsememe engel olamadım…

Şimdi uzaklardasın... Gönül hicranla doldu... Hiç ayrılamam derken... Kavuşmak hayal oldu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder