1 Eylül 2010 Çarşamba

Umutsuz İş Kadını İsmet ve Kapuçino

Arkadaşlar selam,

Bu sabah başıma gelenlere asla inanmazsınız eminim ! En az Engin Altan Düzyatan kadar yakışıklı (tamam, belki biraz abartmış olabilirim, kimse onun kadar yakışıklı olamaz benim için) birisiyle tanıştım. Daha doğrusu en azından ismini öğrendim. En kısa zamanda nasıl olsa kendisiyle de tanışırım canım ! Çocuk oyuncağı !

Sabah, içinde kendimi en güzel hissettiğim elbiselerimden birini giymiştim. Allah'tan onu giymiştim daha doğrusu. Bu kısım çok önemli çünkü; belki de biriyle tanıştığınız zamana dair en önemli şey. Çünkü ilk karşılaşılan an, o ilk kimya en önemlisidir her iki taraf için de. Hani diyorlar ya, elektrik meselesi diye. İşte tam da onun için. "Ben onun iç güzelliğine aşık oldum", "Benim için ruh güzelliği daha önemli", vb fasa fiso cümlelerin ne kadar manasız ve sırf söylenmiş olması gerektiği düşünüldüğünden ağızdan kaçıverdiğini hepiniz biliyorsunuz değil mi? Bilmiyorsanız da artık uyanın ve bu gerçeği farkedin!! Her zaman iyi gözükmeli, her zaman arzu edilebilir olmalısınız erkeklerin sizi beğenmesi ve ilgisini azaltmaması için. Bu söylediğim inanın herkes için geçerli. İçinizi sallayın, dışınız güzel olsun sevgili hatunlar, dışınız! Bunca paraları onun için har vurup harman savurmuyor muyuz zaten Allahaşkına. Neyse, demem odur ki, markete giderken bile kendimize dikkat etmeliyiz. Zira hayatımızın aşkı bizi, mahalledeki markette, bir raf arkada bile bekliyor olabilir bizi ve biz bunu asla bilemeyiz; benden söylemesi. Aslında ünlüler bile bu şekilde olmak zorunda. Öyleymişler yani. Ben de birinci ağızdan dinlemesem inanmazdım belki ama, size izlediğim bir magazin programından bahsedebilirim daha açıklayıcı olmak için.

Can Tanrıyar (Petek Dinçöz'ün müstakbel eski eşi) katıldığı bir magazin programında, kendisine sorulan sorular pek tabii ki dönüp dolaşıp eski eşine geldiğinde şu şekilde bir soru soru ile karşılaştı: "Arkamızdaki ekranda (fonda eski eşin son derece seksi pozları dönüp duruyordu sürekli olarak) fotoğrafları geçmekte olan güzelim Petek Dinçöz'ü gördüğünüzde 'vay be, ben de bu hatundan ayrıldım' deyip keşke ayrılmasaydım bu güzel hatundan' demiyor musunuz" Can Tanrıyar'ın cevabı şu oldu : "Evde de bu şekilde giyiniyor olsa ayrılmış olmazdık ki". Tabii soruyu soran hatun şoka girdi. Can Tanrıyar devam etti ve dedi ki "Siz onu magazin basınında bu şekilde görüyorsunuz ama evdeki Petek sadece eşofman giyiyor ve pofuduk terlikleri ile geziyor. Sizin gördüğünüz hatundan eser yok normal hayatında." Yani demem o ki, erkek her zaman bakımlı ve güzel bir hatun istiyor etrafında. Ve şu da bir gerçek : Her gün televizyonda görüp belki de imrendiğimiz hatunların çoğu, normal hayatta karşımıza çıksalar, kendilerini farketmeyebiliriz bile. Yani onlar aslında bizden daha çirkin :o) Hiç üzülmeyin!

Esas anlatacağım konudan bu kadar uzaklaştıktan sonra sadede gelirsem, Esas Oğlan ile karşılaşmam şöyle oldu.

Hemen hemen her sabah (doğruyu söylemek gerekirse eğer alarm saatim çaldığı zaman kapatmayıp vaktinde uyanabildiğimde) işe gidiş yolunda Starbucks'a uğrayıp bir orta boy kapuçino almaya çalışıyorum. Yine böyle sabahlardan birinde, yani o gün üst yönetime sunum olduğundan dolayı ekstra şık ve zamanında uyanmış şekilde, kapuçinomu almak için yine Starbucks'taydım. Çok sık uğradığımdan ve oradaki baristalarla her zaman birkaç kelam etmeyi alışkanlık haline getirdiğimden, ben onlarla laflamaya daldığım bir sırada kapıdan içeri başka birinin girdiğini hissettim. Sabahın bu erken saatinde içeri giren kim ola ki diye bakmak için başımı kapıdan yana şöyle bir çevirmemle de olanlar oldu. 1.90 boylarında, hafif yapılı (ama burada asla şişko falan demeye çalışmıyorum yanlış anlaşılmasın lütfen) esmer, lacivert takım elbisesi ve elinde taşıyor olduğu evrak çantasıyla oldukça etkileyici olduğunu düşündüğüm biri içeri girivermesin mi... Ben tabii ne yapacağımı bilemedim. Ama Allah'tan onu hemen hiç farketmemiş gibi başımı tekrar kasadaki baristaya yöneltmeyi ve ödememi yapmayı başardım. O sırada o da yakınımda duruyordu ve aramızda inanılmaz bir elektriklenme hissediyordum. Hani sanki aramıza giren olsa kendisini elektrik çarpacakmış gibi. Bu arada ben saçmasapan şeyler düşünüp dururken baristanın "İsmet Hanım, kapuçinonuz..." demesi ve karton bardağımı bana uzatması ile kendime geldim. O sırada diğer barista da, Esas Oğlan'a dönmüş onun siparişini alıyordu. "Grande Caffe Americano lütfen", dedi etkileyici bir ses... "Extra hot" olabilir mi lütfen" diye ekleyerek... O beklemeye hazırlanıyordu ki, barista çocuk aklımdan geçeni okumuş gibi, "İsminiz nedir?" diye sordu benim Esas Oğlan'a. "Cenk" dedi benimki ("benimki" olduğunun farkına bile varamadan) Ne de severim Cenk ismini...

Ben kapuçinomu çoktan almış olduğumdan ve orada sap gibi dikilmekten daha iyi yapacak başka bir işim olmadığımdan, kapıya doğru yönelmek zorunda kaldım ve kapağı açık olan, karton bardaktaki ekstra köpüklü kapuçinomdan kocaman bir yudum almayı ihmal etmedim. Bu arada Esas Oğlan'ı aynı saatte bir başka gün belki yine Starbucks'ta görebilirim diye, kolumdaki saate bakıp tam olarak 07:43 olduğundan emin oldum. Demek bu saatlerde geliyordu sabah kahvesini almaya... Kasanın yakınından geçerken ise kendimi tutamayıp bana bakıyor mu diye kontrol amaçlı bir bakış atmaktan kendimi alıkoyamadım. Ve işte tam o sırada gözlerimiz kenetlendi... Tıpkı filmlerdeki gibiydi ve ben ne yapacağımı bilemez bir halde saçma sapan yürürken, o bana hafifçe gülümsedi. Ben ise o kadar memnun olmuştum ki bu hareketine, hemen gülümsemeyle karşılık verdim. Ve kalp çarpıntılarım eşliğinde Starbucks'tan çıkıp arabama bindim.

İşte ne olduysa o sırada oldu ve ben geri geri çıkmak için aynaları kontrol ederken birden aynadaki aksimle karşılaştım. Bir de ne göreyim! Burnumun üstünde kapuçinomun sütünden bulaşan muhteşem köpük!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder