10 Kasım 2010 Çarşamba

Kır K*çını Çalışmana Bak

Ben galiba başka bir çıkar yolum olmadığından koşulsuz şartsız bir kabullenme ile iş hayatıma devam ediyorum. Her ne kadar bunu pek dillendirmek istemesem de gerçek şu: Sevmiyorum çalışmayı. Ya da belki tümden çalışma hayatı değil sevmediğim; yaptığım iş. Şu hani başkalarının ağız kokusunu çekmek durumu belki benim ağrıma gitmeye başlayan... Yaşlanıyor muyum nedir? Ama henüz bu tarz bir lüksüm yok. Yani çalışma hayatına, sonsuza dek okkalı bir “Elveda!” çekmek şu an yapılacaklar listemde ilk sırada değil. İstek var tabii ama eyleme dönüştürebilmek imkansız ne yazık ki... İdeal olanı yapmak karın doyurmuyor. Aç bir idealist olarak da pek işe yaramam çünkü bence..

İş hayatına atılmak bir belirsizlikti benim için. Yani hiç tahmin etmemiştim bunun bir seçim olduğunu, bilmiyordum, farketmemiştim. Ne tarz bir iş beni mutlu eder... Ne yaparsam işe yaradığımı hissederim... Huzurlu olurum... Her sabah işe giderken yüzüm güler...

Eve gelince hâlâ kendime ayıracak zamanım ve enerjim olur sanıyordum. Yani bunlar da iş gibi, işin kendisi gibi ‘çalışma hayatı paketi’yle birlikte bana teslim edilecek diye düşünüyordum. Daha doğrusu bunları hiç düşünmemişim; ne yazık... Beni ne mutlu eder... Hangi iş bana göre... Ofis hayatı mı güzel... Ofiste rakamlarla haşır neşir olmak mı yoksa çizim yapmak mı... Ya da ne bileyim açık havada çalışmak belki? Belki araba tepesinde tüm gün o müşteri senin, bu müşteri benim gezmek... Belki şarkı söylemek akşamdan akşama... Besteler yapmak... Belki birilerinin saçını kesmek... Birileri için kıyafetler, evler tasarlamak... Bir enstrüman çalmak olabilir? Ya da kitap yazmak, resim yapmak? Dünyayı gezmek ya da gezenlere rehberlik yapmak... Şimdi olduğum yaşta, bulunduğum konumda, bu tecrübeler ve bu yaşanmışlıklarla bunların hepsine daha net, daha objektif bir açıdan bakabiliyorum şimdi. Ama bunların hiçbirinin farkında değildim inanın. Tamamen şans eseri bir yerlerde, kendimin değil, başka birilerinin benim uygun olduğumu düşündüğü işe başlayarak... Sonra orada sevmeden, daha doğru kelimelerle nefret ede ede, belirli bir süre çalışmak. Başlarken imza attırılan ‘sözleşme’ nedeniyle, o zamanki tecrübesizlik ve korkaklıkla çekip gidememek... Belirli kandırmacalar, “Seni ilk fırsatta terfi ettiricez, bu şekilde çalışmaya devam et; harikasın” yalanlarına, şaklabanlıklarına, sırt sıvazlamalarına göz yumarak... Yıllar geçtikçe, “Başka şirketlerde durum sanki daha mı iyi?” diye kendini kandırıp memur zihniyetine iyice bürünüp bir sabah uyandığında işinden ne kadar nefret ettiğini farkederek... Yıllar sonra bir cesaret toparlanıp istifa etmek ama sudan çıkmış balık gibi olmak, kendini toparlamak için zaman harcamak. Yine ayakların üstünde dimdik... Sonra bu durumdan... Belki de yorulmak...

Benim dönemim çocukların büyük sınavlara hazırlandığı zamanların başlarıydı. Bizim zamanımızda patladı bu Anadolu Liseleri, Fen Liseleri, Üniversite sınavları... İlk bizlerdik ‘yarış atı’ diye nitelendirilenler. O zamanlarda bizim bakış açımız da, branşımızla ilgili puanı en yüksek okulu kazanmak, en tepedekini değilse bile, puan sıralamasına göre yukarılarda bir yere kapağı atmaktı. Yani tek hedef gerekli puanı almaktı o kadar. Oradan mezun olanlar ne iş yapar, ne yer ne içer, hayatını kazanması kolay olur mu, bu işi yapmak benim hayalimdeki bir şey mi, evimden daha uzun zaman geçireceğim yer ofis mi olmalı yoksa açık hava mı, gibi o zamana göre abuk subuk sayılabilecek sorular sormak aklımıza bile gelmezdi. Bir şekilde okulu kazanıyor olacaktık, bundan daha ötesi mi vardı sanki? O zamanlar yoktu böyle yaptığın işten memnun olur musun olmaz mısın durumları. Hayattaki idealin bir öğretmen olmak mı yoksa askerlik mi gibi saçmalıklar. Annem de çalışmazdı benim, hiç çalışmamıştı. Ama evde belki de şu an benim işyerinde çalıştığımdan bile fazla çalışıyordu. O zaman çamaşır ve bulaşık makinalarının, fırınların olmadığını, sobalarla ısındığımızı düşününce... Kimse onlara da sormamıştı ki, ‘hayattan beklentilerini’... Yaşıyorduk hepimiz bir şekilde işte. Bir de herhangi bir yerde çalışmaya başlayıp kendi paramızı kendimiz kazanıyor olacaktık; bundan büyük bir özgürlük yoktu ki...

O yüzden belki bunların hiçbirini düşünmeden, eski metodla çalışmaya devam etmek lazım.

Yani: Kır k*çını otur, çalışmana bak işte! Daha ne istiyosun Allah’ından; belanı mı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder